Benim Sitem

YOLUN SONUNDAKİ BEN

YOLUN SONUNDAKİ BEN

13.01.2011

    Akvam-ı beşer yüzyıllardır bu yolda yürür; ancak ömür biter yol bitmez. Uzun ince bir yoldur bu hayat. Sonu ve başı vardır ama ne başına dönülebilir ne de sonuna varmak bir insan ömrüne yetebilir. Yaşamakla ölmek arasındadır bu yol. Sen gidersin o gider; ama gün gelir sensiz de devam eder.

    Âlemdeki bütün mahlûkat bir yol üzerindedir. Bu yol ki ezelden ebede gider. İnsanoğlu bir yolcu misali üç gün kalır, gider. Bu fani dünyada bir başka fani varlık gelir bir başkası gider. Âdem(a.s)den beri kimse yerli değil bu dünyada. Takvası dışında kimsenin kimseye üstünlüğü de yok arzda. Sadece biri önce gelmiş diğeri sonra.

    Çok yolcu gider bu taraftan öbür tarafa. Dönen yok hiç seferinden… O gün gelince iyi yolculuklar bile denmez çoğu kere. Her yolcu memnun değildirdir seferinden.

    Bir şeyin bitimi başka bir hadisenin başlangıcıdır çoğu zaman. İnsanoğlunun dünyaya gözlerini açması doğumla başlar. Doğum bir başlangıçtır. Lakin insanoğlunun ömrünün vadesi çok öncelerden biçilmiş. Alınan her nefes bir eksi attırır ölüme. Ve ölüm... Bu dünyadaki yolculuğun son durağı… Daha sonrası ebedi bir başlangıçtır. Yolcu yolunda gerektir. Öyle de olmalıdır da. Hakiki yolcunun yolu İslamdır. Tasavvuftur. Aşk-ı ilahidir.

   İnsanın varoluşuyla başlayan kimlik arayışı, insanı çeşitli arayışların içine sürüklemiştir. Her arayış insanda yeni bir duygu geliştirmiştir. Bu duyguların en yükseği “AŞK” arayışların varıldığı son nokta da “ALLAH” olmuştur. Bu arayış ve duygu dünyanın çeşitli yerlerinde ve farklı zamanlarda farklı şekillerde terennüm edilmiş; lakin hep aynı özde dile getirilmiştir.

   Bu arayışlar ilk çölde başlamıştır. İnsanoğlunun bu dünyadaki ilk durağıdır çöl. Arabistan, mısır mesela… Bu çöl ki yakıp kavurur insanı, öyle içten içe… Çöl ve aşk. İkisi ne kadar benzer birbirlerine. Ne kadar da uyumludurlar. Mecusiler neden ateşi kutsal görürler sizce? Dedim ya, çöl insanın içine bir ateş salar. Mecusiler de bu çöl sıcaklığına karşı durmaktansa boyun eğmeyi tercih ederler sıcaklığın kaynağı olan “ateş”e. İşte, aşk da bir çöl gibidir. Bir boşluk kadar sonsuz, sessizlik kadar yakıp kavuran bir ateştir.

   Aşk değil midir ki, âlemin yaratılma kaynağı? Öyle buyurmuyor mu Allah, hazreti peygambere:”Habibim,sen olmasaydın bu alemi yaratmazdım.”diye.Öyleyse bir başlangıçtır aşk.Ama aşk dediğin,ya Allah’tan gelmeli,ya Allah için olmalı ya da Allah’a ulaştırmalı;yoksa yerle bir olmalı.Aşık,aşkta ve maşukta bir kılmalı  kendini.Ama birin içindeki ikiyi,ikinin içindeki biri de fark etmelidir.

   Başlangıç dedik ya her şeyin de bir sonu var mutlaka. Be’nin noktası mesela… Nokta bir başlangıçtır ama bir sondur aslında. Ve öyle gariptir ki, başlangıç ile son arasında da var bir nokta. Öyleyse hepsi birdir hayatta. Her ne varsa bu âlemde hep tektir aslında. Evren teklik üzerine kurulmuştur; ikilik ise sonradan olmuştur. Nokta.

 

   Hani hep denilir ya Allah varsa niye bu âlemde kötülük var diye? Şüphesiz Allah var. Amenna ve saddekna. Ama âlemde hep iyilik, güzellik vardır. Dedim ya her ne varsa bu âlemde hep tektir aslında. Kötülük iyilikten doğmuştur. Bu alemde her şey ya hüsn-i mutlaktır; ya da hüsn-i bil gayrdır. Yani olaylar yaşananlar, ya aslı itibari ile güzeldir ya da neticeleri itibari ile güzeldir.

  

   İnsandaki bu güzellik duygusu estetik hazza dönüşür bir zaman sonra. Güzellik ise aşkla tamamlanır insanın kendi içinde… Estetik dünya, hayal dünyasına uğrar çoğu kere. Orada ne varsa bir bir dökülür gönle. Hele bir insan küçüklüğünde yalnızlaşmış ve kendi içinde yaşamaya başlamışsa o zaman hayal dünyasında, kendi içinde fırtınalar kopar çoğu kere. Hayal dünyasından estetik dünyaya geçiş halinde hep bir arayış içinde olur insan.

    Sevgili hocam Nazan BEKİROĞLU’nun da hayal dünyası; onun daha sonra oluşacak olan estetik dünyasının kapılarını aralar. Küçüklüğünden beri hep bir arayış içinde olmuştur. Bu arayış küçüklüğünden lise yıllarına kadar devam eder. İç dünyasındaki bu arayışlar, çalkantılar mutlaka bir gün dile gelecektir. Bu da ilerleyen yıllarda gönülden dile, dilden yazıya dökülecektir.

   Bu estetik haz onda şiir türünde değil de şiirsel bir üslupla yazılan hikâyeler, denemeler ve romanlarla devam etmiştir. İç dünyasındaki o ahengi nazma olmasa da nesre bir inci gibi tek tek diziyor.

   Bu dünyadaki yolculuğunu ve yol üzerindeki hallerini anlatmış olduğu “Yol Hali” adlı kitabında ben de bir arayış içinde oldum çoğu kere. İfadeler etkili ve çarpıcı bir şekilde estetiki bir tarzda sunulmuş. İlk önce bu estetik ve yoğun edebilik aldı benden beni. Kitapta ritim unsuru çok önemli bir yer oluşturur. Yol hali adlı kitapta bu ritim duygusu gelişmiş bir seviyededir. İfadelerin, üslubun şiirsel tarzda ve ahenkli olması iç coşkunluğumu bir kat daha arttırmıştır.

   Yol Hali’ni okurken sevgili hocamın anlattığı hadiselerde buldum kendimi çoğu kez. Satır aralarından topladım kendimi ama tekrar harflerin arasına karıştım. Bazen y oldum; bazen toplandım Yusuf oldum. Bazen de bir hiç oldum. Varlıkla hiçlik arasında kayboldum. O kadar çok içselleştirdim ki olayları, bir an durup “Bu kitap sanki beni anlatıyor” dedim. Evet, evet bu kitap kesinlikle beni anlatıyor. Bu kitap bizi anlatıyor. Sevgili hocam sizin kaleminizden okuduk kendimizi ve kendimize geldik böylece. Bizi bize anlattığınız için çok teşekkür ederim. Elinize, dilinize, gönlünüze sağlık hocam.

   

Yusuf YILMAZ

 


Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol